YEDİ GÜNDE DERSİM-İ ÂLEM !
Her yıl Mayıs ayında aynı sözleri tekrarlıyorum, bu sefer son, bu çalışmalar için bir daha Dersim’e gitmeyeceğim. Gelin görünki bir türlü sözümü tutamıyorum ve bu yılda onca sorun arasında hazırlıklara başlıyorum. Yeter artık diyor yakınlarım, geçen yılda, bir önceki yılda hep aynı sözleri söylemiştin. Verdiğim sözlerin arkasında dururum ama Dersim uğruna her sene aynı sözleri verir ve tutamam, bunun tek bir nedeni var oda, yıllardır yapılan çalışmaların sonuca gitmesi için gerekli olan kayıtlar sorununun daha fazla ileriye götürülmesi gerekiyor.
Dersim’de veriler bir hayli fazla fakat kayıtlar çok az, fazla araştırılmadığı ve kayıtların yeterli olmadığı zamanda her kes ahkam kesiyor. Bundan dolayıda yalan yanlış çok sayıda manipule edilmiş bilgilerle, Dersimliler özellikle barajlardan dolayı nelerin yok olacağını farkına varamıyorlar. Daha fazla Dersim bilgisi için yıllardır bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, geçen yıl başladığımız kayıtlara bu yılda mutlaka devam etmeliyiz.
Fazla uzatmayayım geçen yıl Tunceli Üniversitesi ve Viyana Doğa Tarihi Müzesiyle yaptığımız çalışmalar sonucunda Dersim florası çok uzun yıllar sonra ilk defa somut olarak sonuçlarını vermeye başladı. Geçen yılki çalışmanın ilk bölümünü web sayfamızda yayınladık, ortaya çıkan bilimsel veriler bizim beklentilerimizinde üzerinde, Dersim’in çok zengin floraya sahip olduğunu ortaya çıkardı. Bu yıl ise bu çalışmayı son bir defa bilim insanlarıyla beraber yapabilirsek artık önümüzdeki yıl Dersim’de olmama gerek kalmayabilir, çünkü uzun yıllar içindeki gözlemlerde önemli bilgilere bizzat tanıklık ettiğimden bunların kayıtlara düşmesi için bilim insanlarıyla bu yıl gerçekten son bir defa Dersim’de çalışmalar yapmamız gerekiyor.
Geçen yıl Tunceli Üniversitesinden Yrd.Doç.Dr.Ebru Yüce Viyana’ya araştırmalar için geldiğinde bu konuları konuşmuş 2012 yılında bir haftalık gezi üzerine görüş birliğine varmıştık, Ebru hoca zaten Biyolog Cemil Ergin’le bu yıl Munzur vadisindeki soğanlı bitkiler için çok önemli projeyi başlatmıştı, birde diğer alanlarda bir haftalık flora çalışmasıyla dahada fazla sonuca gidebilecektik.
Bu yılki çalışmaların flora kısmı için iki bilim insanı hazırdı, son yedi yıldır kendisini büyük hayranlıkla takip ettiğim ve özellikle Çocuklar İçin Dersim Atlasından dolayı çalışmalarından çok yararlandığımız arkeolog Serkan Erdoğan’ıda gezimize eşlik etmesi için davet ettim, Serkan’da daveti memnuniyetle kabul etti. Geçen yılda davet etmiştim fakat işlerinin yoğunluğundan gelememişti, bu yıl Tunceli Üniversitesi’ne girmek istemişti fakat olmadığından Bitlis Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştı ve en önemliside Dersim’in yakın tarihi üzerine doktorasını yapacaktı. Son yıllarda özellikle Atlantı ve Duzgin Bava’daki tarihin ipuçlarıyla ilgili elimizden geldiğince uğraştık. Pülümür barajından dolayı büyük tehlike altındaki Pah bölgesi ve kültür tarihimizin en önemli ögesi Duzgin Bava, Serkan’ın gözlemleriyle bizleri daha farklı umutlara götürebilirdi, bu yüzden kendisinin bu yılki çalışmalara katılması çok anlamlı olacaktı.
Yıllardır arayıpda bulamadığımız bilim insanlarıyla bu yıl, her şey çok güzel olabilirdi fakat organizasyonda bizim olmazsa olmazımız olan kültür sanat emekçisi Burhan Gündoğan hocamızda olmalıydı. Kendisini arıyorum, hemen siteme başlıyor epeyi zamandır haber alamadık nerdesin diyor. Hocam kusura bakma aylardır çalışmaları geri planda çok hareretli şekilde yürüttüğümüzden arayamadım, pazar akşamı Elazığ’dayım diyorum, gelip karşılıyayım yanıtına gerek yok diyorum, sağolsun pazar akşamı beni havaalanında gecenin geç vaktinde karşılıyor. Seyitli köprüsüne varmadan devasa baraj inşaatıyla karşılaşıyoruz, adamlar gece gündüz demeden Peri nehri üzerinde harıl harıl çalışıyorlar. Yıkım projelerini yapanların yüzde biri kadar çalışsak çok şeyi hallederiz fakat ömrümüz hep, birbirimizi çekiştirmek, geceler, festivallerle geçtiğinde bir türlü asıl konuya gelemiyoruz. Baraj projeleri bittiğinde sanki adamlar birkaç ayda yapmışlar, hiçde haberimiz yokmuş gibi durumlara giriyoruz. Kendimizi kandırdıkça kandırıyoruz, bir tanrı kuluda demiyorki, bilim olmadan bu işin sonu yok, bugün bir mahkeme kazanırsın yarın yeni bir kanunla her şeyi elinden alırlar. Bilimsel çalışmalarla gerçek değerler ortaya çıkacağı için, insanlar nelerin yok olacağını bileceklerinden, çevre mücadelesi için daha duyarlı olabilecekleri ve büyük kazanımlar elde edecekleri nedense hiç aklımıza gelmiyor.
28 Mayıs Pazartesi,
Birinci gün, çok az bir uykudan sonra sabah, Has otele uğruyorum biraz Metinle sohbet ediyorum. Metin Tunceli Üniversitesinin şarapçılık bölümünü ilk mezunlarından, geçen yıl yaptığı şaraplar her kesin dilindeydi. Şarap kaldımı diyorum, hepsi bitti zaten deneme amaçlıydı diyor, fakat gelecekte bu işi daha kapsamlı yapmak istiyorum diyor. Çok büyük umutlarla memlekete geri dönmüş Dersim’deki mevcut durum hayal kırıklığı yaratmıştı. Otelde çalıştığı için geceden sabaha kadar olan zaman diliminde, bizim bilmediğimiz tahmin bile edemiyeceğimiz bir Tunceli’yi kısa sürede tanımıştı, bu duygulara sahip çok insan tanıyordum. Dersim hayaliyle geri dönenler, bir şeyler yapmak isteyenler hep hayal kırıklıklarına uğruyorlardı. Metin gibi yetenekli ve yüreği Dersim sevgisiyle dolu genç insanın İstanbula geri dönme belirtileri göstermesi çok üzücüydü.
Serkan, Ankara otobüsü ile Dersim’e varmış Has otele gelmişti, kendisiyle sohbet edip bir saat sonra buluşmak üzere Tunceli Üniversitesi’ne Ebru Hoca ve Cemille görüşmek için gittim. Ebru hoca ve Cemil’le bir haftalık planı yapıyoruz, tek bir saat bile boşa geçmemeli deyip yola koyuluyoruz.
İlk olarak Harçik’te durarak çalışmalara başlıyoruz , Cemil geçen yıldan beri bitki toplama işini çok sık yaptığından tecrübesini gösteriyor, geçen yıl tanıdığım ürkek Cemil’den hiç iz yok. Pülümür barajından dolayı tehlike altındaki bu alan için yapılacak en ufak bir çalışma bile çok önemli.
İşimiz bitince Anbar kalesine doğru yol alıyoruz, Serkan kalenin yukarı kısmında biz ise daha aşağılarında çalışmalara başlıyoruz. Daha sonra bizim bir türlü tanımlıyamadığımız büyük odanın olduğu kısma gelen Serkan çok titiz şekilde araştırmalarına devam ediyor. Sürekli ölçüm ve anlatımlarla bize bilgiler veriyor. Yukarıların Anbar kalesi dahilinde Urartulara ait olabileceğini, buranın ise kaleden bağımsız çok daha sonra başka bir uygarlık tarafından yapılan kilise olduğunu belirtmesiyle, milattan sonra sahneye çıkan bu Dersimliler kim diyoruz.
İlk akla gelen Dersimli Ermeniler oluyor, bunu çok küçük ihtimalle geçen yıl duyduğumuz Dersimli Süryanilere ordanda şu an kızılbaş olan eski millet denilen Dersimlilere bağlıyoruz.
Bizimkisi hep bir yana yama yapma refleksi fakat Serkan ipuçlarının peşinde olduğundan daha fazlasına ihtiyaç duyuyoruz. Farkında olmadan saatler geçmiş yorgun şekilde Teşnik’teki lokantaya gelip büyük bir iştahla kavurmayı yiyoruz.
Tunceli Üniversitesi’ne gelip toplanan bitkileri bırakıyoruz, kantinde çay içerken botanikçi Mehmet Paksoy’la tanışıyoruz. Ben kendisini uzaktanda olsa biliyordum, bir botanikçinin daha olması çok sevindirici, şu an Dersim’de 20 tane botanikçi araştırma yapsa bile yeterli değil, çünkü çok az araştırılmış ve çok geniş bakir bölgeler var. Mehmet hoca Ovacığa gitmiş başta Rıza abi olmak üzere insanlarla sıcak ilişki kurmuştu, fakat biraz tedirgindi. Bu durum bütün bilim insanlarında vardı, çatışmaların olduğu bir yerde tedirgin olmalarıda çok doğaldı. Mehmet hoca yarın için Ovacığa gideceğimizi duyunca olaylar olmuş haberiniz varmı demesiyle, Rıza abiye telefon açıp durumu soruyoruz, Rıza abinin durum sakin gelin yönlendirmesiyle yarın için rotamız Ovacık oluyor.
29 Mayıs Salı.
İkinci gün, sabah erken Ovacığa doğru yola çıkıyoruz, yolda gördüğümüz bitkileri Ebru hoca ve Cemil topluyor, doğa olağanüstü, geçen yıla oranla çok sayıda bitki olması büyük avantaj.
Bitki toplamaya yönelik çalışmalarda bir bölge en az iki yıl ve bitkilerin açtığı dönemler en az 8-9 ay kontrol altına alınınca flora konusunda bilgiler ortaya çıkıyor, bizim bir hafta içinde ve çok dar alanlarda yaptığımız çalışmalar buzdağının sadece görünen kısmı, ne yazıkki elimizden gelen şu an bu. Bu yüzden Ebru hoca ve Cemil’in bu işleri sürekli hale getirmeleri, kısıtlı bir alanda çalışmalarına rağmen çok önemli.
Munzur nehri ile Mercan deresinin kesiştiği yerde yağmura tutuluyoruz, buna rağmen çalışmalara devam ediyoruz. Davarlarını otlatan amcaya cennetten bir parça olan suyun kenarındaki evin neden boş olduğunu soruyorum, param olsa burayı satın alırım dememe bende almak isterim ama oranın sahibi çok yani sorunlu, unut gitsin diyor, benimkisi zaten hayaldi ve unutuyorum.
Ovacık’ta Rıza abi ve Akın’la buluşuyoruz, biz Mercan vadisine doğru yol alırken Serkan’da Akın’la beraber Efkar tepesine gidiyor. Mercan’da ilk anlardaki bulutlu hava, sağanak yağmura dönüşüyor, ıslanıyoruz.
Rehberimiz Rıza abi olduğundan rahatız,yağmur biraz sonra durur demesiyle beklemedeyiz. Işkınlar artık son dönemine girmiş, mantarla beraber çok sayıda bitki çıkmış sırada Mercana has çok özel gelinciklerde, ayrıca bir hafta sonra çok sayıda yeni bitkinin çıkacağının işaretlerinin çokça olmasıda sevindirici.
Yağmur kesildikten sonra bitkilerin ve Mercan’ın doyumsuz manzarasının peşine düşüyoruz. Mercan vadisinin son köyü Şahverdi bölgesindeki barajı görünce hayıflanıyoruz, nasıl olurda Milli Park sahasında hemde kaçak olarak baraj yapılır. Bu katliama kim onay verdi, hangi idarecinin imzası var, bir gün gelir mahkemelere sırf bu sorumsuz idarecilerden hesap sormak için gidilirmi diye söyleniyoruz.
Dahada kötüsü Mercan vadisi üzerinde yapılmak istenen ikinci baraj projesininde sırada olduğu, hemde Milli Park sınırları içinde yapmak istiyorlar. Bir kaç saatliğine gelip Mercanı kayıt altına almak imkansız, ve çok yanlış bir izlenim. Mercanın en az iki yılı kontrol altına alınmalıki değeri ortaya çıksın. Geçen yılda bir kaç saatliğine gelmiştik, alınan çok az örneğe rağmen endemik bitki sayısı çok yüksek çıkmıştı, büyük ihtimalle bu yılda aynı şeyler olacak fakat bunu bir kaç saatten en az iki yıla ve adam akıllı araştırmaya yaymalıyız.
İşimiz bitince Ovacığa dönüyoruz, Serkan Efkar tepesinin tahrip edildiğini, burası ve Ovacık’taki diğer arkelolojik alanlarla ilgili doktora çalışmasında kullanacağı önemli bilgilere ulaştığını söylemesi hepimizi sevindirdi. Yorgunluk çayını içtikten sonra Dersim merkezine dönmek için yola çıktık.
30 Mayıs Çarşamba.
Üçüncü gün, sabahın erken saatinde Düzgün Bava’ya doğru yol alıyoruz. Çukur Vankük arasında Serkan’ın uyarmasıyla duruyoruz, gördüklerimiz çok güzeldi, Serkan her zamanki gibi ölçüp tespit etmeye, Ebru hoca ve Cemil’de bitkileri toplamaya başlamışlardı. Kayıtlarda olmayan bir arkeolojik alan ve zengin flora, Duzgi’nin yolunda tanrıdan daha ne isteyebilirizki.
Yola devam edip nihayet Duzgin Bava’nın eteklerine geldik. Ziyaretçiler kurbanlarını kesmeye başlamıştı, burda bir yanlışlık vardı, çünkü çatışmalardan dolayı Dersimliler yıllarca zirveye yani Duzgi’nin mekanına gidemediği için zorunluktan dini görevlerini burda yapıyorlardı.
Eskisi kadar yoğun çatışmalı dönemler olmadığından Dersimliler tekrar tarihten geldiği gibi çıplak ayaklarla dağa tırmanıp otuz yıla yakın ara verdikleri ibadetlerini daha yukarda, gerçek mekanda kurbanlarını keserek Duzgin Bava’nın kutsal duygusunu hissetmeleri gerekiyordu. Dağıtılan kutsal teberikleri aldıktan ve çayımızı içtikten sonra tırmanışa başladık.
Çok zorlanmadan, önce Duzgin Bava’nın sevgili kız kardeşi Haskar’a ulaşıp, dua edip yolumuza devam ediyoruz.
Elimdeki plastik şişeye Duzgi’nin kutsal suyunu doldurmalıyım, inananlar için derman gibidir, kutsal suyu bekleyen o kadar kişi varki anlatamam.
Yukarı çıktığımızda, hepimiz Kemere Duzgi’nin mistik dünyasında kendimizi buluyoruz. Gidebildiğim kadar gittiğim çocukluğumda Düzgün Bava hep vardı, eskiden bir gün kalır ibadetlerimizi yapıp, rüyalarımızı gördükten sonra o yılki kutsal ziyaretimizi tamamlamış olurduk.
Bilmiyorum kaç yıl önceydi aşağı yukarı kırkyıl olmuştur diye düşünüyorum, çünkü zamanı hatırlamıyorum fakat duygusunu hiç unutmadım. Babam beni ve abim Mustafa’yı her yıl yaptığımız kutsal yolculuklardan birinde dağın yamaçlarına kadar götürdü ve aşağıdaki o köyü işaret ederek biz oradan Khalmem’den Dersimin iç bölgelerine kadar yayıldık. Atalarımız o köyde mekan tuttular, Khalmemi, atalarımızı hiç bir zaman unutmayın demesini, bende hiç bir zaman unutmadım.
On yıl önce, 2002 yılından Düzgün Bavayı ziyaret ettiğimizde babamın söyledikleri aklıma gelmişti. Bütün aile ve yakınlarımızla beraber dolmuşun dönüş yolunu Khalmem’e çevirip ata topraklarına gittiğimizde, Kureşanlı pirlerimizin, sizin atalarınızın yani Khalmem’in mekanı burası denildiğinde, çok geç olan bu buluşmada iç dünyamda bir soruyu daha aydınlatmıştım. Khalmemin izini takip ederken Khalferatı, eski Dersimlileri ve sonra gelen geç Dersimlileri farkettim. Dilleri farklı, göçleri farklı Dersim coğrafyasındaki kardeş kavimlerin Dersimlilik kavramında buluşmalarını, Khalmemin izini sürerken keşfettim.
Khalmeme 2012 yılında babam ve abimle baktığım noktada bakıp, tam karşımdaki kutsal Jel ve Buyeri gözlerimle öpüp şimdi iş zamanı deyip Serkan’a Düzgün Bava’daki en önemli arkeolojik veriyi gösteriyorum. Serkan, Burhan hocayla eskiden kurban boynuzlarını içine attığımız içi oyulmuş kaya parçasına doğru yol alıyor. Ebru hoca burdaki bitkilerin çok değişik olduğunu söyleyerek Cemil’le çalışmalara devam ederken bende Serkan’ın yanına gittiğimde Burhan hocayla hareretli tartışmalarına tanık oluyorum. Serkan içi oyulmuş büyük kaya parçasının kaya mezarı olamayacak kadar büyük olduğunu söylemesiyle bu fikirden vazgeçiyoruz.
İlk yorumu içi oyulmuş kaya parçasının yukarıdan buraya bir deprem veya herhangi bir doğa olayıyla gelmiş olabilir olasılığı üzerine oluyor, kayanın oyulma şekli, Urartuların tarzına uyduğunu belirtmesi ilk izlenimler açısından önemli. Serkan’ın vadinin aşağı kısımlarında bir dağın üstündeki oluşuma bakmamızı istemesine yöneliyoruz. Ne görüyorsun benim gibi kaleyi görebiliyormusun demesine, işaret ettiği noktada, uzaktan görebildiğimiz kadarıyla dağın doğal yapısından daha farklı bir formatta çok büyük bir kaleyi andırıyor diyorum.
Burhan hoca olabilir değil orası zaten kale demesiyle, ne demek zaten kale, hocam orasıyla ilgili ne biliyorsun diye soruyoruz. Anlatmaya başlıyor, zaten tipik Burhan hoca illa görecek ondan sonra anlatmaya başlayacak. Biz oralarda Dersim edebiyatıyla ilgili çalışmalar yaptık, yaşı yüzün üzerindeki teyze oranın çok eskilerden beri kale olarak adlandırıldığını söyledi diyor. Teyzenin yaşı yüzün üzerinde olduğuna ve sözlü anlatımları aktardığına göre en az bir kaç yüzyıldan beri Dersimliler oraya kale diyorlar ve bu bilim insanları için çok önemli işaret.
Serkan’ın, bu günkü çalışmalar çok verimli, kayıp Pahhuwa imparatorluğuna yönelik ilk ışıkları görüyoruz demesiyle, uzaklardaki o muhteşem kaleden üzerimize doğru gelen atlıları hayal ediyorum, hayal işte bu, nede olsa Don Kişot yaşamımızı çok etkilemiş. Taşlık ve sarp arazide at olmaz kesin katır olmalı ama dedim ya hayal, olmuşken at olsun.
Aşağılarda muhteşem görüntüsüyle hayal ettiğimiz kale, yanıbaşımızda içi oyulmuş büyük kaya parçası, yukarıdaki tepenin altında en büyük dedemiz Khalmem, biraz ileride Khalferat, Duzgi’ye selem durmuş Jel ve Buyer, yakınlardaki Vankük’ten Çukur’a varmadan arkeolojik alanlar ile Şögeyik’teki veriler büyük ihtimalle bizleri kayıp Dersim uygarlığı Pahhuwa’ya götürecek.
Serkan birde şu kaya parçasına bakalım demesiyle yaşadığımız ana dönüp, kayanın üzerinde kendimizi buluyoruz, hemen Ebru hoca ve Cemil’e gelin burda hiç bir yerde görmediğimiz Verbascum- Sığır Kuyruğu var diyorum. Boyu bir metreden büyük Verbascumları görmüştük fakat bu kadar mini formatta ve sadece kayaların arasına sıkışanını görmemiştik. Kayaların arasında yeterince olduğundan alıp kayıt tutuyorlar. Biraz daha bu alanda çalışıp küçük bir moladan sonra Burhan hoca ve Serkan yukarı, biz ise bitkilerin olduğu alanlara doğru gidiyoruz.
Yağmur sürekli artarak devam ettiğinden dönüş yoluna koyuluyoruz, çok aşağılarda gördüğümüz kahverengi zambaklardan sonra sarısınıda görmemiz bizler için şaşırtıcı olmuyor. Dönüş yolunda karşı kayaların içinde mini Verbascumların bolca olduğunu gözlemliyoruz.
Çaylarımızı içtikten sonra dönüş yolundayız, Vanküke gelmeden tepe noktada bir yerde Burhan hocaya durmasını söylüyorum, zaten bu tür gezilerde kim nerde ne görürse hemen durup kayıt yaptığımızdan, her duruşta mutlaka bir şeyler çıkıyor fakat bu seferki tam bir süpriz oluyor. Bir yaban kedisi, yanımızdan hızla uzaklaşarak tepeye çıkıyor ve ordan bize bakıyor, bu bir yaban kedisi diyorum Burhan hoca bildiğimiz ev kedisi diyor. Hocam zaten yaban kedisi bildiğimiz ev kedisinin atası fakat bu yaban kedisi, özellikle kuyruğundaki siyah halkalara ve kuyruğun bitiş şeklindeki küt olan kısmına bak diyorum. Makina arabanın bagajında olduğundan, kedi bize yukarıdan son bir defa bakarak ormanın içlerine doğru gittiği için resmini çekemiyorum ama hepimiz çok net kediyi gördük, buda işin tesellisi oluyor.
Daha sonra, şimdi bu topraklarda Anadolu Leoparı olabilir dersem inanmıyacaksınız diyorum, gülüyorlar, özellikle Burhan hocaya iyi gül yakında sana belgesini yolayacağım diyorum. Bu kadar emin konuşmamın nedeni ise değerli bilim insanı Hüseyin Ambarlı’ya dayanıyordu. Biyolog Hüseyin Ambarlı’nında içinde olduğu bir gurup bilim insanı, başta boz ayılar olmak üzere yaban hayatını yıllardır gözlemliyorlardı. Bende bu değerli bilim insanlarını Dersime gözlem yapmaları için davet ettim. Şartlar olgunlaşırsa Sn.Ambarlı önümüzdeki yıldan itibaren Dersime gelip çalışmalar yapacaktır diye umut ediyorum. Bu arada Sn.Ambarlı bana çok şaşırtıcı bilgiler verdi ve Tunceli, Erzincan yakınlarında vurulduğu söylenen leoparın resmini yolladığında, hafızamdaki birkaç yıl öncesinin bilgilerini tekrar hatırladım. 2010 yılında Rabat kalesinin olduğu yerde, çok aşağılarda vadi içinde su kenarında, Hüseyin Akyol abiyle ayı ve yaban kedilerinin izlerini görmüştük fakat kedi izi vaşakın izlerinden çok büyük gibi gelmişti, Sn.Ambarlı’nın bu bilgilerinden sonra Hüseyin abiyi hemen aradım ve bilgileri verdikten sonra fikrini sordum. Hüseyin abi Mehmet Sitoçi’yle birlikte söğütlüçeşme taraflarında bu büyük kediyi çok net gördüklerini belirtmesi ve bu civardaki köylülerin geçmişte büyük bir kedinin saldırısında hayatını kaybeden köylü üzerine söylenen ağıtın bilgisinin önemli olduğunu Burhan hocaya anlatıyorum.
Dönüş yolunda kenger ve başka bitkileri görüyoruz, tekrar durup çalışıyoruz. Bu alandaki bitkilerde diğer gördüklerimize benzemekle beraber dahada farklı görünüyor, özellikle kenger çok farklı.
Geç saatlerde Ayfer ablayı ziyaret ediyoruz, üç gündür çok yorulduk ve önemli verilere ulaşıp kayıt altına aldık, özellikle bu gün çok fazla yeni bilgilerle, Dersimin kayıp Pahhuwa zamanlarının ışıklarını gördük. Buna birde Royem’in müzik ziyafeti eklendiki hiç sormayın, o küçük Royem çaldıkça hayatımın en güzel parçalarını dinlediğim Sılo Qız aklıma geldi. Sılo Qız’la Royem arasında sadece Gome Dewreş var. Çok geç başladığımız bu ziyareti meburiyetten sabaha karşı ikide bitirip bir kaç saat uykudan sonra çalışmalara başlamamız gerekiyor.
31 Mayıs Perşembe.
Dördüncü gün, ilk olarak Pah bölgesindeki bitkilere bakmak için duruyoruz, Ebru hoca ve Cemil bitkileri toplarken bende yamaçtaki evlerin olduğu hizaya gidip baraj alanını filme çekiyorum, yanıma bir abi geliyor, ne yapıyorsunuz diyor, bende anlatıyorum. İnanılır gibi değil 2007 yılının Mayıs ayında yine aynı bölgede aynı yerde fotoğraf çekiyordukki, yaşlı bir amca geldi benzer soruları sordu. Ne yapıyorsunuz, kimsiniz diye bizde anlatınca, tarihten gelen bütün bilgileri bize aktardı, önce inanamadık sonra baktı halimize ve siz bu anlattıklarımı inanmadınız değilmi, gidin şehir merkezindeki şu, şu adama sorun size ne olduğunu söyler dedi. Gittik dediği biriyle konuştuk, söylediklerinin aynısını duyduk, daha sonra 2007 yılının Ağustos ayında kendisiyle tekrar bir araya gelip bu kayıtları daha sağlıklı tuttuk.
Bu sefer yanıma gelen aynı soruyu soran abinin barajdan dolayı çok çektiği belli oluyor, bir dokun bin ah işit misali anlattıkça anlatıyordu. Aslında bu dertli abiyi bırakıp gitmem gerekiyordu çünkü Serkan gil bekliyordu. Uzunçayır barajından dolayı Batman yani, iki suyun birleştiği yerdeki evine yok pahasına el konulmuş, yaşamı alt üst edilmiş. Yaşadıkları, anlattıkları öyle geçiştirilecek gibi olmadığından, kendisini dinleyip kayıt altına alıyorum. Zaman epeyi geçtikten sonra aşağıya gidip Cemil’le buluşuyorum. Serkan nerde diyorum, onlar gitti diyor ve telefon açıp çağırıyor.
Daha sonra gelen Serkan çok sevineceğin haberi vereyim diyor, sonuçta bulduk diyor. Serkan neyi buldun diyorum, burda yapılmak istenen barajı belkide engelleyecek ve Dersim tarihi ile ilgili çok önemli somut verileri bulduk diyor.
Sen yukarıda o köylüyle konuşurken Ebru hoca ve Burhan hocayla beraber bizde sular altında kalacak evlere bakmaya gittik. Ev sahibi çok misafirperverdi, dedemide iyi tanıyormuş bu yüzden bize kapılarını sonuna kadar açtı. Evin sahibi Hüseyin Karabulut amca buraya ev yapmak isteyince, inşaat alanında tarihi eserler ortaya çıkıyor, bunları yetkililere bildiriyor. Yetkililer geliyor, özellikle üzerinde yazı bulunan arkeolojık parçayı birlikte götürüyorlar, şimdi ise bilirkişiler gelip inceleme yapacaklar. Serkan evdeki bazı arkeolojik eserlerin resmini gösteriyor gerçekten çok önemli somut veriler ve en önemlisi üzerinde yazı var. Bu yazılardan ve yetkililer tarafından götürülen yazıttan yola çıkarak Pahla ilgili ilk somut bilgilere ulaşabiliriz diyor.
Yazı için izlenimin ne diyorum, Süryanice olabilir diyor ama karar vermek için erken, asıl önemlisi yazı elimizde, çözümlemek yani hangi dil olduğunu araştırmak gerekiyor diyor. Bir diğer soruyu soruyorum, gelecek bilirkişiler çok önemli rol oynayacaklar soruma, ya gelip çok yüzeysel bakıp giderler yada bilim insanı sorumluluğunda hareket edip Dersim tarihinin önemli bir kayıp zamanını aydınlatmakla beraber çok önemli tarihi alanın sular altında kalmasını engellerler diyor. Bunun içinde Dersimlilerin mutlaka ve mutlaka kamuoyu yaratıp Hüseyin amcanın bu duyarlılığını Dersimlilere mal ederlerse büyük bir umut oluşabileceğini konuşup, sevinçle Gelin Odalarına doğru yol alıyoruz.
Gelin Odalarının kısa fakat zor olan yolu var, yukarılarda sıkça yılanlarla karşılaşıyoruz Ebru hoca çok korktuğu için ona belli etmemeye çalışıyoruz, ne yapsak nafile hemen anlıyor. Koskoca yılanlar ve her taraf kayalık, taşlık yani çıplak bir arazi ve koskoca yılanlar hemen belli oluyor.
İlk defa gördüğümüz çan çiçekleri çok etkileyici bunların yayılım alanları büyük ihtimalle Pülümür Ovacık arası diye düşünüyoruz. Bu ara bölgedeki bitkilerin çoğu endemik, sonuçlar için Ebru hoca ve Cemil’in çalışmalarını bitirmelerini bekleyip sonuçlara bakacağımızdan şu an için bütün yorumlar eksik olur demek en doğrusu. Biraz daha ileride yeşillikler arasında kırmızı bir bitki gözümüzü alıyor, uzaktan laleye benziyor fakat lalelerin zamanı geçti diyoruz, yakınlaştıkça kıpkırmızı rengi ve kadifemsi dokusu bizi büyülüyor.
Çok güzel kırmızı rengi olan Phelypaea tournefortii – Ayıparmağı bitkisini Dersim’de ilk defa görüyorduk, resmini çekip yukarı doğru Gelin Odalarına tırmanıyoruz. Serkan burda Gelin Odalarının üst kısmında çalışmalara başlıyor.
Yukarıda dahada farklı bitkilerle karşılaşıyoruz, biraz önce aşağıda gördüğümüz Ayıparmağı bitkisini uzaklarda kayaların altında tekrar görüyoruz. Cemil ve Ebru hoca gidip alalım diyorlar biz saate bakarak istemeyerekde olsa karşı çıkıyoruz, zaman çok azaldı, gidip gelmeleri en az yarım saat sürer ve Serkan’ın mutlaka Ankara otobüsüne yetişmesi lazım deyip acele geri dönüş hazırlıklarına başlıyoruz.
Bu bitkinin yerini biliyoruz ve baraj alanı olmadığından tehlikede yok, gelecek sene kayıt altına alırsınız diyoruz, Kutudere yakınlarında telefon çekmeye başlıyor, zaman kalmadığı için firmaya telefon açıp durumu bildiriyoruz, onlarda biraz bekleyeceklerini belirtiyorlar. Çok büyük stres altında Has Otelin işletmecisi Murat’ada durumu anlatıp bilgi veriyoruz, Murat’da sağolsun Serkan’ın eşyalarını otobüse bıraktığı için biraz rahatlıyoruz. Otobüs köprüde Serkan’ı bekliyor ve biz doğru dürüst vedalaşmadan ayrılıyoruz, hepimiz söz birliği etmişcesine Serkan için rüzgar gibi geçti diyoruz.
İlk defa biraz zamanımız oluyor Has otele geliyoruz bir yıl aradan sonra Hıdır Taşkın amcayı görünce, geçen yıl yarım kalan sorularımı sormaya devam ediyorum. Hıdır amca Dersim’in şu anki merkezi olan Mameki’nin ilk kurulduğu andan bu güne kadar geçen zamanlarını çok iyi bilmekle beraber yakın tarihimizin olaylarına tanıklık etmesinden dolayı önemli biri.
Zamanı tasarruflu kulanmak için Munzur Doğa Aktivistlerinden arkadaşları ve doğayla ilgili duyarlı çalışmalar yapan ve çevre katliamına karşı somut duruşları olan birkaç kişiyide görmek istiyorum. Zaman darlığından sadece MDA adına emek veren gönüllülere Burhan hoca haber veriyor, Munzur Doğa Aktivistleriyle geçen yıl kültür ve doğamızla ilgili bazı çalışmalar yapmıştık. İlk çıktıklarında doğayla ilgili yaptıklarına saygı duyup takdir ettik ama bu yıl eski çizgilerinden uzaklaştıklarını gördük. Özellikle bazı eleştirlerimizi dostça iletmeyi çok istedim. MDA gönüllüleri ile ne yazıkki görüşemedik, zaman darlığı çok şeye engel oluyor.
Son gün, sabah erkenden yola çıkmak üzereyken , Munzur Doğa Aktivistleride Kırkmerdivene yolculuk yapıyorlardı. Yanlarına gittim, fazla zamanları olmadığından bir iki kelimede olsa düşüncelerimi kendilerine ilettim, daha sonra görüşmek için ayrıldık fakat buluşamadık. Ben geri döndüğümde kendilerine endişelerimizi yazıp dostça görüşlerimi aktardım, daha sonra telefondada bunları belirttim. Munzur Doğa Aktivistleri, Dersim dışına çıkıp, karadeniz veya diğer gezileri yaptıkları zaman özelliklerini yitiriyorlar.
Bu tür aktivitelerle sadece gezi ağırlıklı, ticari yöne kayan organizasyonlar oluştuğundan, şu an için dertlerle zevklerin bir arada olamayacağını kendilerine anlatmak istiyoruz. Dersim’de bu tür gezileri yapan ticari kurumlara ihtiyaç varmıdır derseniz, bana göre var. Sonuçta insanız, gezip, görüp, eğlenmek her kesin hakkı, fakat dertlerimiz için sorumlu davrandığımızda şimdilik olmasada bu geziler olur. Karadenizin, Nemrutun, sıla gecelerinin, kaçacağı yok ama Dersim yok oluyoooor.
Çevre ve kültür adına kamuoyu ne yazıkki Dersim’de bir türlü oluşturulamıyor, Munzur Doğa Aktivistleri aylar önce Seyit Rıza parkının olduğu yerde büyük bir bilgilindirme panosu hakkında belediyeye talepte bulunacaklarını söylemiştiler. Zaten kimsedende öyle büyük beklentilerimiz yoktu, belediyenin bir ilan bordu yapması ve aralıklarla kamuoyunu bilgilendirmesi bile bizim için çok önemliydi. Kim ne yapıyorsa, er meydanı gibi burda halka sunum haline getirip kamuoyuna bilgi vermesi şeffaflık açısından yararlı olacaktır diye düşündük.
Munzur Doğa Aktivistleriyle bu olayı konuşalı çok zaman oldu, halen yapılmasını bekliyoruz, bir günde bitecek bir iş için acaba fazlamı hayale kapıldık. Munzur Doğa Aktivistleri, belediye ile birlikte bu panoyu kursalardı önerimiz şu olacaktı, buranın birkaç yüz metre aşağısında Munzura bok akıtılıyor, panonun yarısında lağım atıklarının doğa ve insan üzerindeki etkisini, diğer yarısına ise bir kaç kilometre yukardaki özgür akan Munzur suyunda yaşam için gerekli olan ipuçlarını sunmaya çalışalım. Siyah ve beyaz, ölümle yaşam gibi çok net durumu Dersimde bir kaç km.lik alanda somut olarak zaten görüyorsunuz, çevreyi bu olaydan başka daha net ve öz şekilde ne anlatabilirki. Bizler kendimizi eğitimli aydın insanlar olarak görmüyormuyuz, bu kadar küçük karşılaştırmayımı anlamıyacağız!
Bu yazdıklarım, kesinlikle sadece Munzur Doğa Aktivistlerine yönelik değil, diğer bu tür faliyetlerde bulunan doğa gezginleri içinde geçerli. Dünyanın bütün coğrafyalarındaki çevre örgütlerinin varlık nedenleri doğayı korumak için sorumluluk duyup kamuoyu yaratmalarından geçer. Sırf gezmekle hiç bir şey olmayacağını bilmemiz lazım, o zaman her yıl aynı rotaları geze geze bir bakmışsınızki siz dağları gezerken ovalar su altında kalmış. Şimdi bu yazdıklarıma karşı doğa gezgini arkadaşlar sitem edip biz sadece gezi düzenlemiyoruz, barajlarıda protesto ediyoruz, bunuda her kes biliyorda diyebilirler.
Kesinlikle doğrudur, koskoca Dersim’de bu konulara karşı o kadar büyük duyarsızlık varki, her şey itiraz ve karşı çıkma mantığı üzerine oturmuş. Bizim derdimizde kayıt, yani belge bir türlü anlatamadığımızda bu, kısa vadede değişmeside göründüğü kadarıyla imkansız. Bazı insanlar varki yıllardır gidilebilecek her parkura gitmiş, Dersimi bol bol gezmiş. Barajlar ile siyanürle altın ayrıştırma dendiğinde ve somut olarak bir şeyler beklendiğinde ne yazıkki bol bol gezildiğini farkediyorsunuzki, bu tabiki çok acı.
2011 yılının ilk aylarıydı, Dersimdeki dostlarımıza haber verdik, lütfen artık bu biz bize muhabettlerini bırakalım, vatandaşlık bilinciyle hareket edip Tunceli Üniversitesine gidip, sizler bilim makamı olarak çevre kirliliği ve kayıtlar konusunda bir şeyler yapamazmısınız diye dileklerimizi direkt kendilerine iletelim dediğimizde, sevgili arkadaşlarımız şaşırmıştılar. Hemen Üniversitedeki hemşerimiz olan bir akademisyene telefon açıp, kabul ederlerse (bu bile çok tuhaf bir olay, ne yapalım tarih yok oluyor, şehri bok götürüyor, hastalıklar kapıda ve bizler rica minnet derdimizi anlatmak için çırpınıyoruz) daha öncede dile getirdiğimiz dertlerimizi iletmek için çevre gönüllüsü Dersimliler sizi ziyaret edecekler diyoruz, lütfedip kabul ediyorlar. Duyarlı bir kaç kişi büyük umutlarla gittikleri yerde işi yokuşa süren yol göstermelerle geri döndüklerinde, çok şaşırmıştım. Bırakın sıradan insanları akademisyen ve önemli bir görevdeki Dersimli bile bunları söylerse vay halimize. Bu örneği vermemin nedeni sanmayinki sadece çok iyi niyetli doğa gezginlerine karşı eleştiriler yapıyoruz. Her alanda ilgileniyormuş gibi yapan çok sayıda insan ve kurum varki, iş somut olan verilere gelince durumumuz çok net ortada, varsın insanlar kelimeleri üst üste koyarak güzel edebiyat yapsınlar halimiz içler acısı. Burda anlatmak istediklerimi yazının sonunda tamamlamak adına şimdilik bu kısmı kapatıyorum.
1 Haziran Cuma.
Beşinci gün, fırından simitleri alıp Hozat yoluna doğru gidiyoruz. Mola verdiğimiz kahvenin yeri muhteşem anlatılacak gibi değil, Dersimde manzara olmayan yer zaten yok, yeterki görmesini bilelim. Hem kahvaltı yapıyor hemde kahvenin etrafındaki bitkileri kayıt altına alıyoruz, fazla oyalanmadan yola devam edip Hozata varmadan üç noktada daha bitkileri gözlemleyip kayıtları çoğaltıyoruz.
Ox köyünün tamda karşısında duruyoruz, hocalarımız bitkileri toplarken bende Burhan hocaya Musai Süleyman’ın (Musa Ötekıvılcım) Türkülerle Beni Gömün vasiyetini tekrar anlatmasını rica ediyorum. Sanatçı ölmeden çocuklarından, sizden vasiyetimdir, öldüğümde mezarımda türkülerimi çalın der. Öldüğünde mezarında çocukları, cemaate babalarının bu isteğini iletirler ve babalarının zazaca söylediği kendi kayıtlarını gelenlere dinletirler, her kes çok duygulanır çocuklarıda vasiyeti yerine getirdikleri için rahatlamışlardır.
Musa Ötekıvılcım kırmancki’nin en güzel parçalarından Setero, Setero’yu bu coğrafyada yayılmasına öncülük etmiştir. Kendi parçalarıyla beraber, diğer kırmancki parçalarıda dillendirmesiyle Dersimde kırmancki’nin ölümünün önüne geçen önemli işler yapmış bu değerli ozanımızı, Burhan hoca gelip araştırıp Dağların Sokakları Var kitabında yazıya dökerek bilmemizi sağladı. Her zaman hocaya sitem ederim, sevgili hocam yaz, yazki kayıtlar çoğalsın, bu köyden geçerken bilelimki burda çok değerli bir ozanımız yaşamış. Burhan hoca topladığı beyaz papatyaları elinde tutuyor bu resmi çek diyor, bunlar değerli ozanımız Musa Ötekıvılcım için diyor, arka fona Ox köyünü alıp fotoğrafı çekiyorum.
Hozat yakınlarında arabada Yansın Hozat Yansın parçası çalınıyor, Hozat’a gelmek çok tuhaf bir duygu, diğer yerler gibi değil, çok fazla militarist yapıyı Mameki’deki kadar olmasada hissediyorsunuz. Dersim’de her yerde bir karakol ve gözetleme noktası var, belkide Türkiye’de en çok sivile düşen asker sayısı ve karakolu Dersim’de. Milletvekilleri şu olayı mecliste bir sorsalar bizde yetkililerden işin gerçeğini öğrensek iyi olur. Özellikle Mamekide her kesin ve her anın sürekli kontrol altında olması sistemle halk arasındaki uçurumu her zaman derinleştirdi, dışarıdan Dersime gelen yabancılar her zaman şu soruyu sorarlar, ne olduda Elazığ’a kadar her şey normaldide birden sanki başka bu ülkeye gelmiş gibi olduk.
2007 yılının Ağustos ayında Kader’in diploma çalışması için Dersime gelen Fırat Üniversitesi botanik bölümünden Murat Kürşat hoca ve Kader’in akrabalarıda aynı lafları söylemiştiler. Onlar çok uzaktan değil yanıbaşımızdan Elazığ’dan, sanki bambaşka bir ülkeye gelmişlerdi ve sürekli önyargılarla hafızalarda yer etmişlikleri, gerçeklerle karşılaştırdıklarında şaşkınlıklarını dile getirmişlerdi, biz Dersimi, Desimlileri böyle bilmiyorduk. Kader hanımın dayısı Harun Avrupa görmüş çok iyi bir insandı, binlerce km. Katedip Hollanda’ya kadar gittim, Kovancılar’dan buraya kadar olan en fazla yirmi kilometreyi aşıp gelemedim demesini halen tebesümle hatırlıyorum. Her yerde arama, sürekli kalkan halikopterler, birbirlerine şüpheyle bakanlar ve her an her şeyin olabileceği meçhuller, fazla karamsar bir tabloda çizmeyeyim son bir kaç yıldır düzelmeler var özellikle 90’lı yıllarla hiç karşılaştırılamaz fakat çatışmalar sona ermediği, demokratikleşmeyle ilgili sorunlar halledilmediği sürece halimiz bir iyi, çoğunluklada kötü olacak.
Hozat’ta daha önceki yıllarda yediğimiz o güzel pidenin peşine düşüyor bir an önce siparişlerimizi veriyoruz ama hayal kırıklığına uğruyoruz ve Ergen kilisesine doğru yol alıyoruz. Daha önce çok sulu bir yerde suların olmadığını görünce şaşırıyoruz, halbuki bu yıl kuraklıkta olmadı. Fazla mola vermeden Ergen’e varıyoruz, köylüler artık eskisi gibi fotoğraf çektirmekten hoşlanmıyorlar.
Kilisenin çevresindeki bitkilerle çalışırken çocuklar etrafımızı sarıyor, neşeli ve meraklı tavırlarıyla bizleride çocuk yapıyorlar. Ergen dönüşü yolumuzu Pertek olarak belirledik, Pertek üzerinden Mamekiye gelirsek bir anlamda Dersim resminin bir parçasını görmüş olacaktık. Hozat çıkışında, baraj tehlikesi altındaki yerin yukarılarındaki az sayıda bitkiyi hocalarımız kayıt altına aldıktan sonra, güzel manzarada bolca resimler çektik ve Perteğ’e doğru yola çıktık.
Hozat ile Pertek arası flora ve fauna açısından en zayıf bölge olarak karşımıza çıktı. Pertek’ten Mameki’ye gelince tekrar olağanüstü manzaralarla karşılaştık, Sığenk’te başlayan aşırı yapılaşma ve Mazgirt için yapılacak olan yeni köprüden dolayı, barajın karşı taraflarınında imara açılmasıyla çok değil beş, on yıl içinde her yer beton yığını olacak. Dersim merkezde yani Mameki’de en çok bakkal, kahve ve lokanta vardı şimdi bunlara çok sayıda inşaat malzemesi satan dükkanlar ve mütahitler eklenmiş. Bu işin sonu ne olacak demiyorum, zaten belli. Altyapısı bir köy kadar olmayan şehirde, çirkin yapılar ve çok büyük rantların olduğu çarkın içinde, çöküşün dahada hızlı olması kaçınılmaz olacaktır. Yorucu bir günün ve beton yığınlarının ardından Mameki’ye vardık.
2 Haziran Cumartesi.
Altıncı gün, sabah yine erken kalktık, yolumuz Bağın diyoruz. Normalde Pah köprüsü üzeri Hıran vadisinden Ali Dost olan istikameti Göktepe’ye doğru çevirip yolu tamamlamamız lazım ama daha kestirme bir yol üzerinden Bağına geliyoruz.
Burhan hocam, Mazgirt’in verimli arazilerini gördüğünde kendinden geçiyor, nede olsa doğduğu topraklar, işi gücü bırakıp bol bol hocayı çekiyoruz.
Bağın’da geçen yıllarda başlayan inşaatın bitmek üzere olduğunu görüyoruz. Üç tane havuz yapılmış vaktimiz çok kısıtlı olduğundan en sondaki havuza sadece bir saat girip çıkıyoruz, bir saat dediysem yanlış anlaşılmasın bir kerede bu kadar uzun kalmak imkansız, sadece beşer, onar dakika girip çıkıyoruz.
Daha sonra iki şişe suyu arka arkaya içiyoruz, ben çok kaplıcalara gittim, her yer için şöyle iyidir böyle iyidir diye şişirme o kadar söylenti çıkarılıyorki, inanın kısa sürede bu kadar etkili olanını görmedim. Vucut hemen su istiyor, sindirim organlarının çalıştığını çok kısa zamanda farkediyorsunuz. Gelecek yıl konaklama yerleri başta olmak üzere bütün inşaatın biteceğini söyleyen arkadaşa, aşağıdaki yer buranın en güzel tarafıydı, orayıda eski doğal haline uygun yapacakmısınız dememize, eskisinden daha güzel olacak yanıtını alarak seneye görüşmek dileğiyle vedalaşıyoruz. Mazgirt bölgesinde kısıtlı kayıtları tutuyoruz ve akşam geç saatlerde dönüyoruz.
3 Haziran Pazar.
Yedinci gündeyiz ve günler çok çabuk geçti, bu gün son araştrıma günümüz, ilk beş gün beklentilerimizin üzerinde bilgi ve belgelere ulaştığımız için altıncı günde olduğu gibi yedinci gündede çok rahat şekilde hareket ediyoruz. Yola çıkmadan önce Munzur doğa Aktivistlerini Kırkmerdivene gitmek için beklerken görüp, kendileriyle çok kısa görüşüp bizde yolumuza devam ediyoruz.
İlk olarak kaç gündür gelipde görmek istediğim lağım atıklarının baraj alanına karıştığı yere geliyoruz. Her yıl aynı dert, her yıl aynı serzeniş, bu nasıl olur, tamda şehrin göbeğinde böyle iğrenç bir şey olabilirmi diye söyleniyorum. Bunu anlamak imkasız ve insanlar suskunluk içinde, sonrada doğa katliamına karşıyız diye slogan atan atana. Önce bu lağım için kim sorumluysa şikayetleri o kurumlara bildirmek vatandaşlık görevi olduğunu unutmayalım. Biz kendi çevre gurubumuzda bu konuya yönelik iki yılda iki defa yetkililere sorduk, sormayada devam edeceğiz. Ama bu şu an Dersim’de yaşayan herkesin birinci derecede sorunu ve mutlaka bir açıklaması vardır demek yerine, açıklaması kesinlikle yoktur diye düşüncelerimi dile getiriyorum.
Bu üzücü tablodan sonra yolumuz Marçik ve Sinan bölgelerine düştü, daha sonrada Kutudere üzerinden Dereova şelalesine geldik. Dereova şelalesi yakınlarında son bitkiyide Cemil topladıktan sonra bu yılki çalışmamızı sonlandırdık.
Her yıl olduğu gibi Kemal Güneşli abi ve Has oteli işleten sevgili Murat son gün bizi yemeğe davet ediyorlar, Hıdır Taşkın amcada yemeğe gelerek süpriz yapıyor, kendisini biraz daha dinleyeceğim için seviniyorum, Kemal abinin köyü Hakis baraj tehlikesi altında, mutlaka çalışmalar yapılması lazım, Ebru hoca ve Cemil destek vereceklerini söylediler. Hakiste Kemal abi, Hıdır Beyaztaş gibi bir şeyler yapmaya çalışanların sayısı çok az, köylüler bir araya gelmezlerse bu güzel köy ellerimizin arasından kayıp gidecek. Markasor ve Hakis iki yakın, iki kardeş köy ne acıdırki eski Dersimli diye tabir edilen bu iki köyün yerleşik halkı şimdi iki baraj tehlikesi altında. Güzel bir sohbetten sonra hocalarımızın emeklerine çok teşekkür edip vedalaşıyoruz, dokuz günlük yolculuğun yedi gününde hemen hemen her anı değerlendirdiğimizi düşünüyorum.
Bu gezinin sonucunda, bana göre ortaya çıkanları aktarmam gerekirse;
Geçen yılki çalışmalarımızdaki bitki sayısı 220 civarındaydı, bu yıl toplananlarla Tunceli Üniversitesi’ndeki envanter beş yüz sayısını aştı, birkaç hafta sonra yeni türler çıkacak ve çiçek açma periyodu aylarca devam edeceği için Ebru hocayla Cemil bu işi karlar yağıncaya kadar devam ettirecekler. Bu değerli bilim insanlarının Tunceli Üniversitesi adına topladıkları bitki sayısının yıl sonuna kadar 700 ile 800 civarında olmasını hesaplıyoruz. Hedefimiz 1000 – 1500 arasıydı ne yazıkki yetersizlikler ve ilgisizlikten dolayı bu hedefin çok gerisinde kaldık.
Ebru hoca ve Cemil toplanan bitkilerin kurutulması, teşhisi ve kayıt işlemleri için yıl sonuna kadar çok yoğun çalışmalar içinde bu serüvene devam edecekler. Bu çalışmalarla Dersim florasına çok yeni ve özel kayıtlar eklenecektir, geçen yılki çalışmayla ulaştığımız sonuçların ilk aşamasında 93 bitkinin 41 tanesinin Dersim’de daha önce kayıtlarda olmaması çok önemli belgeydi. Şimdi ise toplanan beşyüz civarında bitkiden bahsediyor olmamız, mucize gibi bir şey.
Tunceli Üniversitesinin yaptığı bu çalışmaların, sonuçlarının çıkmasıyla bizlerde aradaki farkı çok net göreceğiz. Eğer bu genç idealist bilim insanları Dersim bitki bankasını kurabilirlerse en büyük iyiliği Dersime ve bilim dünyasına yapmış olacaklar. Umudumuz Tunceli Üniversitesi’nin toplayacağı bitki sayısının bin civarında olması. İki mucize insanın bu kadar imkansızlıklar içinde bundan daha fazlasını yapmaları zaten imkansız, bizler gereksiz işlerle uğraşırken saygıdeğer hocalarımız geçen hafta Bayburt’a kadar gidip daha önce kayıtlarda olan bir bitkiyi yerinde gözlemleyerek Dersim florası adına çok önemli karşılaştırmaları yaptılar.
Serkan keşke Doktora çalışmasını Bitlis üniversitesi yerine Tunceli Üniversitesinde yapmış olsaydı, bu onun elinde olmayan bir durum. Yıllardır zaten Serkan’ı çok yakından takip eidyordum, bu çalışmada sık sık kendisini gözlemledim, iş ahlakı ve disiplinine hayran kaldım. Zaten onlarca yıl beklemişiz en fazla iki yıl içinde Dersim tarihi ile ilgili bilinmeyen çok şeyi çözeceğinden eminim, zira bu kısa gezide önemli ipuçları buldu. Serkan’ın sırf Atlantı – Şögeyik’teki gözlemleri çok önemli belgeleri ortaya çıkardı. Artık elde yazılı kaynaklar var ve bizler bu yazıların hangi kültüre ait olduğunu bularak geçmişimize doğru yolculuklara başlayabiliriz. Serkan gibi bilim insanlarına yeterki laftan çok bilgi aktarmada destek verelim, gerisi zaten gelecek. Serkan’ın Bitlis Üniversitesindeki doktora tezi bittiğinde, Dersimin kayıp zamanlarının önemli kısmında, taşlar yerine kesinlikle oturacaktır.
Bu gezimizin diğer bir emektarı Burhan hoca sürekli notlarını alıyordu, bundan beş altı yıl önceydi, hocam gel bizimle, sana ihtiyacımız var. Özellikle yaşlılarımız o kadar ilginç hikayeler anlatıyorlarki bizim fotoğraf çekmekten, gözlem yapmaktan vaktimiz olmuyor sende yaşlılarımızı dinle, mutlaka bir şeyler yazarsın, kayıtlarını tutarsın dememize hemen evet demiş ve yıllardır bizimle beraber çok emek vermişti. Daha sonraları çok güzel bir kitap yazarak kendi derlediklerine birde bizimle beraber yaptığı gezileride ekleyerek bu alandaki ilk yayını çıkardı. Dersimde kültür sanat dergisi çıkarmakla beraber, yayınladığı gezi notları ve derlemeler çok önemliydi fakat Burhan hoca duyarsızlıklardan, iki yüzlülükten çok şikayetçiydi. Burhan hocam bu konularda tamamen haklıydı, şiir adamı olduğundan dahada duygusal yaşıyor, hemen kırılabiliyordu. Her şeye rağmen durumun vahim olduğunu bilmesinden dolayı çevre için yapılan çalışmalara çok destek verdi.
Burdan Dersim’deki çevre adına çalışma yapan arkadaşlarımıza yönelik devam etmek istiyorum. Hepimiz şunu iyi bilmeliyizki, bilimsel çalışmalar olmadan sadece gezi ve fotoğraf çekmekle sorunlar halledilmiyor. İlk yıllarda yapılan bu geziler gerçekten çok anlamlıydı fakat bu yıldan itibaren artık yapılan geziler bir öncekilerin tekrarını yaratıyorki, bunun Dersimin çevre sorunlarına katkısı tartışılır. Dersim barajlardan fotoğraf yoluyla kurtulsaydı bu konudaki en büyük arşivlerden birine sahip olduğumuzdan bizler bir şeyler yapardık, boşuna illada bilimsel çalışmalar ve belge demiyoruz, çünkü mahkeme kararlarıda ÇED olmadan asla diyor. Doğa fotoğrafları çevre bilincini duyarlı hale getirmesi açısından çok önemlidir fakat son aşama için belge, yani bilimsel çalışma olmadan anlamı olmadığından sorunun çözümüne katkı ne olabiliri çok iyi bilmemiz gerekiyor. Barajlara karşıyız, doğamızı koruyoruz gibi ağır anlamları bir araya getirdiğinizde beklentiler farklı oluyor ama sadece gezi yapıyoruz dersenizde kimsenin diyeceği bir şey olmaz, bol bol gezin, yolunuz açık olsun!
Dersim’de bu yıl gördüklerimi, kendi adıma söyleyeyim ne yazıkki her zamanki kötü gidişi dahada hızlandırmışlar. Barajlara karşıyız diye her yıl yeni kişi ve kurumlar ortaya çıkıyor bizlerde çok umutlanıyoruz. Dersim için çok güzel işler yapabilecekken, birbirleriyle uğraşmaktan hem kendi zamanlarını hemde yeteneklerini heba ediyorlar, kaybedende her zamanki gibi Dersim oluyor. Dersimlilerde korkunç bir facebook olayı var, insanlar her şeyi bildiklerini iddaa ederek hiç mahçup olmadan bilmedikleri konularda uzman olmaya devam ediyorlar. Bilmediklerimizi yıllarca zaten biliyor gibi yaptık, o zamanlar yaşamımızı çok etkilemiyordu, şimdi ise en ufak bir vurdumduymazlık bile, çok şeylere mal oluyor ve telafiside yok.
Karşı olmak için karşı olmak malesef yaşamımızda çok egemen hale gelmiş. Yıllardır çok somut basit işleri bile görmezden geliyoruz, bu yılki gezimize iki botanikçi ve bir arkeolog çok değer kattı, ilk belirlemelerle bile onlarca yılda sahip olmadığımız önemli bilgilere bilim insanları bir haftada erişti. Kim Dersim doğası adına hareket ediyorsa kendi bildiklerini doğru olarak dayatmaktan vazgeçip Dersim adına somut işler yapan bilim insanlarıyla birlikte hareket etmeliler, daha bir kaç yıl evveline kadar bu bilgilere sahip değildik, şimdi bilgi ve belge açısından çok mesafe ketettik, lütfen artık bunu görün.
En önemli sorun ise bütün Dersimlilerin olmazsa bile bir kısmının bir an önce protesto kültüründen acil olarak neler yapılabilir konumuna gelmeleri lazım. Biz Dersimlilerin yüzde doksandokuzu protestoya yine devam edelim faka yüzde birimiz bile, tümden meseleleri çözmektense çözüme katkısı olabilecek ufak ayrıntıların peşine düşer çok somut kazanımlar elde edebiliriz, bunun en büyük delilide bizim yaptığımız bir haftalık araştırmalar olduğunu söyleyebilirim.
ACİL OLARAK HEYETLER OLUŞTURUP ( Bu kelimeyi yazınca kimse üzerine almadığı için, dahada somut hale getirmekte fayda var. Belediye, sivil toplum örgütleri ilk akla gelenler, bunlar yapmak istemezse bile beş kişi bizim yaptığımız gibi bir hafta temmuzun sonunda, bir haftada eylülün başında bilim insanlarıyla bu çalışmaları yaptıklarında çok önemli keşifler ve kayıtlarla, barajlara karşı önemli kazanımlar elde edebiliriz.)
1. İl kültür müdürlüğüne gidip, Şögeyik’teki Hüseyin amcanın evinde çıkan tarihi eserlerden dolayı sit alanı olan yerleşim yeriyle ilgili, gelecek bilirkişilerin çok detaylı araştırmalar yapmaları için kamuoyu yaratılmalı.
2. Tunceli Üniversitesi başta olmak üzere bilim kurumları ziyaret edilip, yapılan çalışmaların dahada ileri nasıl götürülebilinir konusunda görüş alışverişinde bulunulmalı, çözüm için birlikte hareket edilmeli. Burdan sadece botanik algılanmamalı, florayla ilgili zaten iyi çalışıyorlar fakat yaban hayatı, suların durumu, kültür ve tarihimizlede ilgilide somut işleri rahatlıkla yapabilirler.
3. En önemlisi ve olursa Dersimin çevre sorunlarına karşı çok faydası olacak konuya gelirsek, Cumhubaşkanlığına bağlı Devlet Denetleme Kurumunun vadilerle ilgili inceleme yapmaları için kamuoyu yaratmak. Şu an Türkiye’deki en önemli devlet araştırma kurum olarak Devlet Denetleme Kurumu bu işe el atarsa, uzman bilirkişilerle biyolojik zenginlikler ve kültürel değerlerle ilgili araştırmaları kapsamlı yapacakları için çok şeyi çözebilirler.
Bunlar yapılamazmı, çok basit ve rahat yapılır, önümüzde Munzur Festivali var ve Devlet Denetleme Kurumunu araştırma yapmaları için imza kampanyası pekala başlatılır, imza kampanyaları pek dikkate alınmaz fakat Sn.Cumhurbaşkanının bunu dikkate alıp Devlet Denetleme Kurumunu devreye sokacağına inanıyorum.
Bu kadar yazdıktan sonra iğneyide, çuvaldızıda kendime batırıyorum, yazdıklarıma kızanlar, beğenenler olacaktır ve olmalıdırda diye düşünüyorum. İnanın yıllardır olduğu gibi bu seferde geri döndüğümde çok düşündüm, bu yılki bir haftalık araştırmalar onlarca yıla bedel, geçen yılda öyleydi çünkü sonuçlar ortada. Fakat bu kadar yalnızlıklar arasında dağlar kadar birikmiş sorunlarımıza verdiğimiz yanıt ise malesef çok, ama çok yetersiz. Karşımızda keşfedilmeyi bekleyen koskoca buzdağı var ve çok basit işler yaparak somut sonuçlar alabiliriz. Alabileceğimizde kesin, peki kiminle ve nasıl, çünkü herkesin bir ama, fakat dediği bağlaçlar varki bu noktada yolumuz ayrılıyor. Amasız, fakatsız sadece ve sadece doğamız, kültürümüz için bir araya gelmemiz çok sorunu çözer, yeterki birlikte başlangıç yapalım.
Haziran 2012